Yer Kabuğu Canlılar için Yaratılmış

Yer Kabuğu Canlılar için Yaratılmış

Her gün üzerinde yürüyerek okula, eve veya işe gidiyoruz, otoyolları, şehirleri onun üstünde inşa ediyoruz.  Uçaklara ve gemilere onun üzerinde iken biniyoruz. O olduğu için tarım yapabiliyor, hayvanlarımızı besleyebiliyoruz. Üzerinde tüm canlıları barındıran dünyanın bu parçası bizim hem bir sığınak hem de geçim kaynağı.

Derin deniz diplerinden yüksek dağ tepelerine uzanması yerkabuğunun sarsılmaz devasa bir yapı sanılmasına yol açıyor. Oysa gerçek öyle değil. Üzerinde tüm canlıların hayatlarını sürdüğü yerkabuğu dünyanın çok az bir kısmını oluşturuyor. Ortalama kalınlığı 33 km olan yerkabuğunun yeryüzünün yarıçapının sadece binde beşi kadar. Dünya etrafındaki yerkabuğu nerede ise bir elmadaki kabuk kadar ince. Daha şaşırtıcı olan ise yerkabuğu elmanın kabuğu gibi tek parça şeklinde değildir.

Yerkabuğu kırılmıştır ve bu kırık parçalar levha (veya plaka) olarak isimlendirilir. Yerkabuğu yedi büyük ve çok sayıda küçük levhadan oluşur, bunların kapladığı toplam alan 500 milyon km2’yi geçer. Levhaların en büyüğü olan Pasifik levhası 108 milyon km2 genişliğindedir. 

Levhaların üstünde hem okyanus tabanlarının bir bölümü hem de bazı kıtaların bir bölümü yer alır. Yerkabuğunun kalınlığı ortalama 35 kilometredir. Ancak bu kalınlık okyanus diplerinde incelirken kıtaların olduğu bölgelerde kalınlaşır. Okyanus altındaki bir levhanın kalınlığı okyanusların altında 0-11 km arasına düşecek kadar incelirken, yüksek dağların olduğu yerlerde kalınlık 70 kilometreye ulaşabilir. Tipik olarak, yerkabuğu, yüksek dağ sıralarının olduğu yerlerde en kalın ve ovaların altında daha incedir. En ince olduğu yer ise okyanus tabanlarıdır.

Yer kabuğu tek bir bütün halinde olmayıp büyüklü küçüklü levhalar halinde yapılanmıştır. Levhaların tamamı manto tabakasının üzerinde adeta yüzer haldedir.

Sıcaklıkları 200-40 derece arasında değişen yerkabuğunu oluşturan levhalar (1), yarı akışkan (viskoz) manto tabakasının üzerinde “yüzer”ler. (2) Bu yüzme hareketi “üzerinde Himalayalar gibi devasa yapıların olduğu levhalar neden batmıyor? Ya da okyanus diplerindeki levhalar nasıl yüzeye çıkmıyor?” sorularını akla getirmektedir.  

Bu sorunun cevabı levhaların yaratıldığı malzemeler yani yoğunlukları ile ilgilidir.  Kıta levhaları daha çok az yoğun (2,5 gr/cm3) granit kayalardan, okyanus tabanları ise sadece daha yoğun (3,5 gr/cm3) bazalt kayalardan yaratılmıştır. Bu nedenle okyanus tabanları yüze çıkıp yüzmez kıta levhaları da derinlere batıp kaybolmazlar. Bu o kadar hassas bir dengedir ki yerkabuğuna ağırlık eklenirse, batar. Üzerinden ağırlık kaldırılırsa, kabuk yükselir. (3)

Levhaların hareketleri en az yoğunlukları kadar önemli bir başka ince ayarı da içerir: Manto tabakasının üzerinde yüzen levhalar birbirleri ile sürtünür veya birbirlerinden uzaklaşırlar. Bazı levhalar ise birbirleriyle çarpışır biri ötekinin altına girer. (4) Üstte kalan tabaka kıvrılarak yükselir ve dağları meydana getirir, altta kalan tabaka ise yer altında ilerleyerek aşağıya doğru derin bir uzantı meydana getirir. Dolayısıyla dağların yeryüzünde gördüğümüz kütleleri kadar, yer altına doğru ilerleyen derin bir uzantıları daha vardır. Bilimsel bir kaynakta dağların bu yapısı “Kıtaların daha kalın olduğu dağlık bölgelerde yer kabuğu mantoya derinlemesine saplanır” şeklinde tarif edilir. (5)

İki levhanın karşılaşması ile derinlere inen dağ kökleri değişime uğrar ve alışılmadık derecede yoğun bir kaya türü olan eklojiteye dönüşür. Eklojitik kök, alttaki mantodan daha yoğundur, bu nedenle mantoya daha da batar. (6) Kökleri nedeniyle dağlar su da yüzen buzdağları gibidir. (7)

Dağlar yapıları itibari ile buzdağlarına benzer. Çünkü yeryüzünün üstünde görünen kısımları yer kabuğunun derinliklerine inen kısımlarına göre oldukça küçüktür.  Öyle ki; dağların yeryüzünün üstündeki kısımlarının hacminin dağın toplam hacminin ancak onda biri kadar olduğu düşünülmektedir.

Amerikan Bilim Akademisi eski Başkanı Frank Press’in, dünya çapında pek çok üniversitede ders kitabı olarak okutulan Earth (Dünya) adlı kitabında, dağların kazık şeklinde oldukları ve yeryüzüne derinlemesine gömülü oldukları ifade edilmektedir (8). 

Yeryüzün yaratıcısı yüce Allah, modern bilimin yeni keşfettiği dağların yapısını bize 1400 yıl önce haber vermiştir:

Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık? (Nebe Suresi, 6-7)

Yine bir başka ayette Allah, “Dağlarını dikip-oturttu” (Naziat Suresi, 32) şeklinde bildirmektedir. Bu ayette geçen “ersayha” kelimesi “köklü kıldı, sabit yaptı, demirledi, yere çaktı” anlamlarına gelmektedir. Bu özellikleri sayesinde dağlar, yeryüzü tabakalarının birleşim noktalarında yer üstüne ve yer altına doğru uzanarak bu tabakaları birbirine perçinler. Bu şekilde, yerkabuğunu sabitleyerek magma tabakası üzerinde ya da kendi tabakaları arasında kaymasını engeller. Kısacası dağları, tahtaları bir arada tutan çivilere benzetebiliriz. Dağların sabitlenme etkisi, bilimsel literatürde izostasi olarak adlandırılmaktadır. İzostasi, manto tabakasının yukarı doğru uyguladığı kuvvetle, yerkabuğunun aşağı doğru uyguladığı kuvvet arasındaki dengedir. 

Dağlar erozyon, toprak kayması veya buzulların erimesi gibi nedenlerle ağırlık kaybederken, buzulların oluşumu, volkanik patlamalar veya toprak oluşumu nedeniyle ağırlık kazanabilirler. Bu nedenle, dağlar hafiflediklerinde sıvıların uyguladığı kaldırma kuvvetiyle aşağıdan yukarı itilir; ya da ağırlaştıklarında yerçekimi nedeniyle manto içine gömülürler. Yerkabuğu üzerinde bu iki kuvvet arasındaki denge, izostasi sayesinde sağlanır. Dağların bu dengeleyici özelliği bilimsel bir kaynakta şöyle aktarılmaktadır:

G. B. Airy, 1855’te yerkabuğunun su üstünde yüzen, keresteden yapılmış sallara benzetilebileceğini söylemiştir. Kalın kereste parçaları ince parçalara kıyasla su yüzeyinin daha üstünde yüzerler. Benzer olarak yerkabuğunun kalın kısımları da bir sıvı veya daha yoğun olan alt tabakalar üzerinde yüzecektir. Airy, dağların, düzlüklerde olmayan daha az yoğun kayalardan derin köklere sahip olduğunu savunuyordu. Airy, çalışmalarını yayınladıktan dört yıl sonra, J. H. Pratt alternatif bir hipotez sundu… Bu hipotezle dağlar altındaki kaya kolonlarının, düzlükler altındaki kaya kolonlarına göre daha uzun olmalarından ötürü, daha az yoğun olmaları gerekiyordu. Airy ve Pratt’in hipotezlerinin her ikisi de yüzeydeki düzensizliklerin, yerkabuğunun belirgin kısımlarındaki (dağlar ve düzlükler) kayaların yoğunluklarındaki farklarla dengelendiğini belirtmişlerdir. Bu denge durumu, “izostasi” olarak tarif edilmektedir. (9) “

Bugün biliyoruz ki, yeryüzünün kayalık olan dış katmanı, derin faylarla kırılmıştır ve erimiş magma üzerinde yüzen plakalar halinde parçalanmıştır. Dünya’nın kendi ekseni çevresindeki dönüş hızının çok yüksek olmasından ötürü, yüzen plakalar eğer dağların sabitleştirici etkisi olmasaydı, hareket halinde olacaklardı. Böyle bir durumda yeryüzü üzerinde toprak birikmeyebilir, toprakta hiç su depolanmayabilir, hiçbir bitki filizlenmeyebilir, hiçbir yol, ev inşa edilemeyebilirdi; kısacası Dünya üzerinde hayat mümkün olmayabilirdi. Ancak Allah’ın rahmetiyle dağlar tıpkı çiviler gibi görev yaparak, yeryüzünde oluşacak aşırı hareketliliği büyük ölçüde engellerler.

Karasal gezegenlerin tümünde yer kabuğu mevcuttur. Ancak sadece dünyanın kabuğu canlı yaşamını destekleyecek nitelikte yaratılmıştır.

Dağlar sadece jeolojik yönden desteklemezler. Doğrudan veya dolaylı olarak dünyayı yaşanabilir kılan pek çok etkileri vardır. Bu nedenle eğer dağlar olamasaydı bugün yeryüzündeki tabiat koşulları çok daha farklı olur ve canlılar yaşayamazdı. İşte dağlarım hayati öneme sahip özelliklerinden bazıları:

  • Dağlar mevsimlerin ve bitki örtüsünün oluşumunda en önemli paya sahip öğelerin başında gelir. 
  • Rüzgarların hareketine ve buna bağlı olarak da bulut, nem, yağış, tozların ve tohumların taşınmasına direkt olarak etki ederler. 
  • Dağların varlığı aşırı güçlü hortum ve tayfunların oluşmasını engelleyerek yeryüzündeki bütün yüzeyin sanki zımparalanmış gibi dümdüz olmasını engeller.
  • Dağlar ayrıca ormanların oluşmasında, doğal hayatta birçok canlıyı barındırmada, avcılık, hayvancılık, yaylacılık, dağ ve kış sporlarının yapılmasında da rol oynarlar. 
  • Ülkelere doğal savunma hattı oluşturması ile insanlara savunma imkanı sunarlar.
  • Dağlar su kaynaklarının yeryüzüne çıktığı bölgeler olduğu için canlılar için ekstra önemli bir öneme sahiptirler. 
  • Dağların yüksek eteklerinden doğan akarsular hem sulama hem de enerji üretimi imkânı da sunar. 
  • Nem yüklü hava kütlelerini karşıladıklarında yağışlara yol açmaları ile hem su oluşumunu hem de bitki örtüsünün yayılmasını sağlarlar. 

Yerkabuğunun şekli, kalınlığı içerdiği maddelerden hareketlerine kadar tüm özellikleri insan için özel bir tasarıma sahiptir. Yerkabuğu bu gezegenin insan yaşamı için yaratılmış olduğunu gösteren kanıtlar ile doludur. Bir başka deyişle, Dünyayı Allah’ın yarattığı ve düzenlediği apaçık bir gerçektir.

Kimi insanların bunu kavrayamamalarının nedeni, samimi ve ön yargısız bir biçimde düşünememeleridir. Oysa düşünen her insan, “Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve ikisi arasında bulunan şeyleri batıl olarak yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır…” (Sad Suresi, 27) ayetiyle bildirildiği gibi, Allah’ın Dünya’yı yaratmış ve düzenlemiş olduğunu anlar. 

Referanslar:

(1) National Geographic, “Crust” Erişim tarihi: 13 Nisan 2022 
https://www.nationalgeographic.org/encyclopedia/crust/#:~:text=Just%20as%20the%20depth%20of,Celsius%20(752%C2%B0%20Fahrenheit).

(2) Britannica, “Consider the theory of isostasy as an explanation for landforms and the geologic cycle” Erişim tarihi: 12 Nisan 2022 
https://www.britannica.com/video/81405/theory-isostasy

(3) Joseph A. DiPietro, “Geology and Landscape Evolution” Elsevier ISBN: 9780128111918, Second Edition, 2018 
https://www.sciencedirect.com/topics/earth-and-planetary-sciences/isostasy#:~:text=It%20shows%20that%20the%20mountains,are%20known%20as%20compensation%20masses

(4) Katharina Lodders ve Bruce Fegley, “The planetary scientist’s companion” New York: Oxford University Press 1998 ISBN-13: 978-0195116946.  
https://en.wikipedia.org/wiki/Special:BookSources?isbn=978-1423759836

(5) Carolyn Sheets, Robert Gardner, Samuel F. Howe, “General Science”, Allyn & Bacon Inc. Newton, Massachusetts, 1985, s. 305.

(6) Amy Whitchutch, “Dense mountain roots” Nature Geoscience 6, 85 31 Ocak 2013

https://www.nature.com/articles/ngeo1724

(7) Dr. Ted Nield, “Mountains Roots” The Geological Society, Erişim tarihi: 13 Nisan 2022

https://www.geolsoc.org.uk/Education-and-Careers/Ask-a-Geologist/Continents-Supercontinents-and-the-Earths-Crust/Mountain-Roots

(8) Frank Press, Raymond Siever, “Earth”, 3. baskı, W. H. Freeman & Company, San Francisco, 1982.

(9) M. J. Selby, “Earth’s Changing Surface”, Clarendon Press, Oxford, 1985, s. 32.

Rating overview

  • 4,5
Total score
Good 4